3 Ağustos 2008 Pazar

YEŞİL' DE GEÇİLİR Mİ?

Yeşil ne anlama gelir? Geç diyeceksiniz değil mi ? Yanıt doğru ama eksik. Yeşilde her zaman geçilmez. Ülkemizde pek kullanılmayan ama bir çok Avrupa ülkesinde varolan bir trafik işareti daha vardır yeşil ışığı tamamlayan. Trafik ışıklarını takip eden birkaç metre sonrasında veya kavşakların ana yolla kesiştiği bölgelerde yerler sarı ile boyanır . Sarı kutu denilen bu işaretin anlamı çok büyük olup yolu paylaşım ve önüne bakarak araba kullanmak konularında sürücüye yol gösterir.İşaret, tam olarak sürücüye şu komutu verir: Eğer aracın tümüyle bu çizgiyi geçecek ve bunun üstünde durmayacak şekilde ilerleyebilirsen ilerle, yoksa trafik ışığının önünde dur, bir dahaki yeşile kadar bekle. Bizde kavşaklardaki trafik keşmekeşinin en önemli nedeni bu sarı kutuların olmaması daha da kötüsü sürücülerimizin bu sarı kutu kavramını bilmemeleridir. Yeşili gören ilerler ama önü açık değildir ve paylaşılan yolun ortasında durulur. Bu sırada ona kırmızı yanmış , yolu paylaşan diğer tarafa de yeşil yanmıştır. O da yeşili görüp bodoslama yola dalar ve itiş kakış başlar. Tartış tartış bakalım , “bana yeşil yandı da , sana kırmızı yandı” da falan filan. Bu sözlerin hiç bir anlamı ve değeri yoktur. Kimse de haklı değildir. Sarı kutu kuralına uyulsaydı yeşili görüp önünün açık olmadığını anlayan sürücü yerinde beklerdi. Benzer şekilde yaya geçitlerinin üstünde yayaların slalom yaptığı hallerde sürücülerin yeşili görüp ilerlemeleri ama önleri kapalı olduğu için fazla gidememeleri ve yaya geçidi üstünde durmaları sonucu yayalar arabaların üstüne çıkar , şoförler mahcup ( acaba?) olarak yolda kalırlar. Demek ki yeşilde her zaman geçilmez. Ancak önünüzdeki yol açıksa yeşili gördükten sonra ilerleyebilrisiniz.Hayatın yeşil ışıklarında geçerli midir bu kural? Düşünelim bakalım.
-- Baba maça gidebilir miyim?--Gidersin oğlum ( yeşil ışık)-- Sağ ol baba ... para rica etsem--Ödevini bitirdin mi?( sarı kutu dolu);
--Sayın müdürüm şirketimize acilen yeni bilgisayar almamız gerekiyor , çok ağır kaldı eskiler.-- Tabii tabi yatırım planına koyalım( yeşil ışık)--Satın alma emrini açıyorum...--Dur hele bir bakalım bütçemiz yeterli mi?(sarı kutu dolu)
--Kocacığım salon takımını değiştirelim ne olursun, misafirlere mahcup oluyorum ; yeni , iç açıcı bir takım alalım.--Tabii sevgilim sen merak etme tabii alırız ( yeşil ışık)-- Sağ ol sevgilim ne zaman gidiyoruz almaya?---Bu hafta pek sıkışığım ,haftaya da seyahat var, gideriz sen merak etme, çıkmaz ayın son çarşambası nasıl ? ( sarı kutu dolu)
Ayşe (veya Tarık)-- Seni çok seviyorumTarık (veya Ayşe)-- Ben de seni çok seviyorum ( yeşil ışık)Ayşe (veya Tarık)-- O zaman evlenelim, ne zaman evleniyoruz?Tarık (veya Ayşe)-- Vallahi biliyorsun hayat çok pahalı, evlenme olayı da çok para ister, biraz para biriktirelim o zaman düşünürüz ( sarı kutu dolu)
Bu durumlarda dolu olan sarı kutularda ilelemeye çalışın bakın neler oluyor. Eşinizle , amirinizle , babanızla çatışmalar ,anlaşmazlıklar bunu takiben sinir bozulması, can sıkıntısı, küsmeler, belki de ayrılmalar ve hep olumsuz olaylar. Sarı kutu kuralına uymazsak hoş olaylarla karşılaşmayız, bunu anladık peki ne yapacağız bu gibi hallere düşmemek için? Her yeşil ışığa bakıp yola çıkmamalıyız. Doğrusu “sarı kutu” uyarısını öncelikle görebilmek gerek.Çevremizde olan olayların ve bize söylenenlerin veya verilen sözlerin yeşilliğini sınamamız ve bunun arkasındaki sarı kutu nedir acaba diye düşünmemiz gerekir. Hayatta her zaman yukarıdaki örneklerdeki gibi açık seçik ve net olarak gösterilmeyebilir sarı kutular.Onları bizim kendimize soracağımız sorularla arayıp bulabiliriz. Sarı kutuyu görmemiz için veya bu hallerde ne yapacağımız veya ne yapmayacağımızı sormak için bir mercii daha var pek yakınımızda. Bu mercii bizim geçmişte yaşadıklarımız , gördüklerimiz, çevremizden , ailemizden öğrendiklerimiz, aldığımız eğitimlerle harmanladıklarımız ve bilincimizle bilinçaltımızın koordinasyonu sonucu ortaya çıkan sağduyumuz va ona dayanarak ortaya çıkacak olan yaklaşım biçimimizdir. Kendimize ve çevreye zarar vermemek için YEŞİLİ SEVMELİ ve KORUMALIYIZ ama hayatın diğer alanlarında bu kuralı biraz değiştirebiliriz: Yeşili gör , geçmeden önce SARI KUTU’ya dikkat !

KIRK BOĞUM KIRK SATIRA KARŞI

Kral en güvendiği danışmanına sormuş :”Bana dünyada en değerli şey nedir onu söyle!”. Bilge danışman krala verilecek yanıtın basit bir yanıt olmayacağını ve mutlaka nedenlerinin sorulacağını bildiği için kendisinden zaman istemiş ve bir gün sonra ona yanıt vereceğini söylemiş. Ertesi gün bilge danışman krala en değerli şeyin ne olduğunu söylemiş:” Hayatta en değerli şey dildir sultanım” . Bilge danışman Kral sormadan devam etmiş, nedenini de açıklaması gerektiğini biliyormuş savının. ”Çünkü en güzel sözler ağzımızdan çıkar , insanları mutlu eden sözleri dilimizle söyleriz. Bu sözlerle insanlar işlerine dört elle sarılır ,bu yolla sevgiler dile getirilir insanlar birbirine yaklaşır , dilimizle istediğimiz her şeyi elde etmemiz mümkündür.”

Düşünce dünyasında gezinmeyi seven Kral bir süre gözlerini ufka dikmiş , uzaklaşmış oralardan ve sonra “ haklısın “, demiş “dünyada en değerli şey dildir” . Danışman yanından ayrılmadan Kral ona bir soru daha sormuş :

“Peki bana dünyada en değersiz şeyin ne olduğunu söyleyebilir misin?”.
Bilge danışman yine bir süre istemiş düşünmek için ve ertesi gün yine Kralın huzuruna çıkmış:” Efendim, dünyada en değersiz şey dildir” deyince Kral köpürmüş: ” Sen ne dersin be adam daha dün bana dünyada en değerli şeyin dil olduğunu söyledin, cellatları çağırmadan hele söyle bana bu söylemin nedenini bakalım!”. Danışman bir nefes alıp söze başlamış: ” Dünyada en değersiz şey dildir çünkü en kötü sözler ağzımızdan çıkar, ve bu sözler insanları mutsuz eder, ve insanlar arasındaki kavgalar, ülkeler arasındaki savaşlar hep dilimizin ucundan çıkan sözler nedeni ile olur. Bu nedenle en değersiz şey dildir Sultanım”.
Boşuna dememişler boğaz kırk boğumdur diye , sözcükler dilimize doğru hareketlenmeden önce düşünce mekanizmasını harekete geçirmek için zaman kazanmamız belki de bu şekilde sağlanabilir. Sözlerimiz karşıdaki insanlara geçer ve onlarla olan ilişkimizin düzeyini belirler ama benim asıl üstünde durmak istediğim konu sözlerin karşımızdaki muhataptan daha yakındaki bir muhatabı hakkında. Bedenimizin komuta merkezi olan zihnimiz dilimizin ucundan uçuşan sözlerin en yakın alıcısıdır. İşin ilginç tarafı kendi kaynağından çıkan bu sözlere çok değer verir bu muazzam organ.Yani eğer siz ona “ben güzelim” veya “ben yakışıklıyım” derseniz o size inanacaktır ve sizin güzel veya yakışıklı görünmeniz için bedeninizdeki tüm hücrelere bu komutu iletecektir. Bu sayede dışarıdaki insanlar da sizi güzel veya yakışıklı göreceklerdir.
Bu yolun tersi de geçerlidir; siz kendinize “ben işe yaramaz bir insanım” derseniz gerçekten kendinizi işe yaramaz bir insan gibi hissedersiniz yine zihninizin komutasında işe yaramaz bir adam gibi davranırsınız ve çevrenizdeki herkes te sizi işe yaramaz bir insan olarak görür. O halde sık sık kendimize olumlu onaylamalar yapalım.
Her sabah kalktığımız zaman veya gün içinde ne zaman ihtiyaç duyarsak kendimize şunları söyleyelim:
“ben başarılıyım”
“ben güzelim “ , “ben yakışıklıyım”
“ben bu işi başarırım”, ben bu işin üstesinden gelirim”
“huzurluyum”, “mutluyum”, “rahatım”
“bugün harika işler başarıyorum”
“bugün beni mutlu kılan olağanüstü şeylerle karşılaşıyorum”
“kendimi seviyorum”
“kendime güveniyorum”
“kendimi iyi hissediyorum”
“kendimi çok iyi hissediyorum”
Bu sözleri ne kadar çok söylersek zihnimiz o kadar çok etkilenecektir. Bu sözlerin tersi olan ve burada değinilmesini uygun bulmadığımız olumsuz söylemleri ise değil dile getirmek aklımızın ucuna dahi değdirmemeliyiz. Bilge danışmanın kırk satırdan kurtulup kurtulmadığını bilemiyorum ama her iki savının da doğru olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ağzımızdan çıkan her söz ilişkilerimizin devamı için yol gösterici olacaktır. Hedeflerimize ulaşıp ulaşmayacağımız eylemlerimizle birlikte dilimizin ucundan zıplayıp karşımızdaki insanın kulağına ve beynine giden yola bağlıdır. Bu nedenle dilimize yani ağzımızdan çıkan her söze dikkat etmemiz gerekir.

2 Ağustos 2008 Cumartesi

GERÇEKTEN İSTİYOR MUSUNUZ?

GERÇEKTEN İSTİYOR MUSUNUZ?

Gece, koğuşa ağırlığını gönderdiğinde, ranzalarda günün yorgunluğunu atmaya çalışan vücutlardan gelen kimi sesler, karanlığı delemese de renk ve ses uyumunu oluşturuyordu kapalı mekanda. Diş gıcırtıları, rüyalardan kaynaklanan oflamalar, burunlardaki ve ağızlardaki sorunlardan dolayı ortaya çıkan horlamalar geceye karışırken kapı açıldı ve çavuş ranza aralarından geçerek yürüdü ve birini orta şiddette bir itekleme ile uyandırdı.
Gözümü açtığımda nerede olduğumu düşündüm bir an ve çavuşun ,
”Hadi kalk !” komutuna sorgusuz itaat ettim. Ya önemli bir olay vardı ya da bir tatbikat . Ama o zaman diğerleri niye yatıyordu ve niçin yalnız ben uyandırılmıştım? Daha fazla kötü olasılıkları düşünmeme fırsat kalmadan çavuş , beni diğer koğuşlardan uyandırılanların yanına götürdü ve fırına un geldiğini , kamyonu boşaltacağımızı söyledi. Gece yarısı un torbalarını taşıyıp una bulanacaktık , uykumuzun bölünmesi da cabası!
Çavuş sevimli bir yüzle .”Söylenmeyi bırakın bu işin bir de iyi yönlerine bakın. Ben size iş bittikten sonra hamamı açtıracağım yıkanırsınız bir de fırından taze ekmek alır yeriz.” ( çok fazla yenmesin diye bizlere taze ekmek vermezlerdi o zamanlar ).
Bu sözler bize teselli olmadı ama yapacak bir şey de yoktu. Koskoca koğuşta gelip adam beni uyandırmıştı. “100 kişi olsak beni bulma ihtimali yüzde bir. Ne şans ! “ diye düşünmüştüm.

Kendi elimizde olmadan gelip bizi bulan olaylarla buluşma olasılığımıza şans diyebiliriz. Bir maçın üç sonucu vardır deseler de siz inanmayın orada galip gelme olasılığı yüzde 33.3 değildir. Çünkü bu ihtimal iki takımın gücüne bağlıdır. Ama parayı havaya atıp tutarsanız yazı gelme ihtimali yüzde elli, tek zar atarsanız altı gelme ihtimali altıda birdir. Cumartesi günleri sayısal loto biletlerinin satıldığı yerlerdeki kuyrukları görünce şaşırmadan edemiyorum. Bu oyunda 6 bulma ihtimali 433 milyarda bire eşittir. Ayda üç kez çekilişi yapılan milli piyangoda ise büyük ikramiyeyi bulma ihtimali (basılan biletin sayısına göre) bir kaç milyarda birdir. Bu kadar düşük olasılıklara rağmen insanlar bu şanslarını denemek istiyorlar. Hatta bazı insanların dualar ettiklerini , kendilerine büyük ikramiye çıkmasını hayal etmeden daha çok , şiddetle arzu ettiklerini düşünüyorum. Ben şansın negatifinin de olduğunu düşünerek böyle bir dilekte bulunmamayı tercih edenlerdenim. Sizin veya sevdiğiniz birinin kan kanserine yakalanma ihtimali Milli piyango ‘da büyük ikramiyenin size çıkma şansından çok daha fazladır. Ya da yine sizin veya çok sevdiğiniz birinin trafik kazası geçirme ihtimalini lotoda altı tutturma ihtimali ile karşılaştırmaya kalkmayın sakın.





Amin Malouf roman kahramanının ağzından şans olayına şöyle yaklaşıyordu.
“ babamın öğüdünü unutamam, o bize akıllı olmamız yerine şanslı olmamızı dilediğini söylerdi. Akıllı olursanız güçlü insanların hizmetinde çalışmaya mahkum olursunuz, ama şanslı olursanız akıllı adamlar sizin için çalışır”.

Ben bu öğüdü çocuklarıma verir miydim diye çok düşündüm Bu sözler ne kadar ilginç, akılcı ve de yol gösterici olarak gözükse de ben akıllı olmayı tercih ederdim. Şansın bir çok kapıyı açtığını , sorunları çözdüğünü , işleri kolaylaştırdığını bilsem de yine böyle düşünürdüm. Çünkü akıllı olmayan insana çıkan şans ta yerinde değerlendirilmezse elden uçup gitmez mi? Hem akıllı hem şanslı olmak mümkünse ne ala ama ben yine de kendi aklımı , yeteneğimi, duygularımı kullanarak etkileyebileceğim şans kısmını etkilemek ve olasılıkları kendi lehime çevirmek isterim. Kendi dışımda oluşan şans içinse , inanın büyük ikramiyeyi istemiyorum, çünkü şansın bir çok şeyde olduğu gibi işareti şaşabilir .
Düşünün sabah eşinizi yolcu etmişsiniz , bir keyif çayı daha içiyor daha sonra kahvaltı masasını topluyorsunuz ve evinizin tepesine bir uçak düşüyor. ( New York , Queens 12 kasım 2001). Bu uçağın sizi gelip bulma olasılığı sizin lotoda 6 tutturma ihtimalinden 72 kat daha fazladır.
Şimdi tekrar düşünün bakalım bir şeylerin gelip sizi bulmasını mı istersiniz yoksa kendi hayatınıza ve etkileyebileceğiniz olaylara mı odaklanmak sizin yararınıza olur?

1 Ağustos 2008 Cuma

BİTİŞİ OLMAYAN KOŞU

BİTİŞİ OLMAYAN KOŞU OLUR MU?


Yıl 1972.Olimpiyatlarda müthiş bir final oynanıyor , basketbol finali. Amerika , o zamanki Sovyetler Birliği ile oynuyor , ama soğuk savaşın yoğunluğu arasında karşılaşmanın anlamı çok büyük. Karşılaşmanın bitmesine 3 saniye kala ABD 1 sayı önde ve top Sovyetlerde. O yıllarda ülkemize henüz yeni gelmiş televizyonların başında mıhlanmış bekliyoruz , bakalım son üç saniyede ne olacak? O çok kısa aralıkta Sovyetler topu karşı potaya gönderiyor ve 1 sayı farkla ( o zaman üç sayı kuralı yok) maçı kazanıyor. Üç saniye önce bitse sonuç farklı olacak. Daha yenilere geliyoruz 2000 yılı Avrupa futbol şampiyonası final maçının uzatma dakikaları oynanıyor İtalya 1-0 önde , hakemin kronometresine bakması (kafasını çevirmesi ve kaldırması bile birkaç saniye tutar değil mi İtalyan arkadaşlar ?) kadar kısa bir süre kala Fransa beraberlik sayısını atıyor, maç uzuyor ve Fransa uzatma devresinde attığı golle Avrupa şampiyonu oluyor, bir kaç saniyelik hesap şaşması nedeniyle İtalyanların hevesleri kursaklarında kalıyor. Atletizm yarışmalarında da buna benzer şekilde hep bir bitiş çizgisi var, bu bitiş zamanını veya mesafesini önceden belirlenmiş , biliyorsunuz , yarış o anda veya orada bitiyor. Kazanan seviniyor , kaybeden üzülüyor. Ama acaba yarışın sonu burası mı? Yarışın sonu başka bir anda veya yerde olsa sonuç çok farklı olacak. Peki yarışın sonu var mı? Baksanıza yarışların, koşuların, karşılaşmaların biri bitince bir başkası başlıyor .Avrupa şampiyonası , Dünya şampiyonası, Olimpiyatlar vb. Belki de yarış hiç bitmiyor. Ya da bizim bittiğini sandığımız anda başka bir yarış başlamış oluyor.


Hayatımızda da böyle ; bir olayda kazanır gibi görüyoruz kendimizi, seviniyoruz ama mutluluğumuz ancak belirli bir süre için geçerli. Aslında yarış çizgisi hep öteleniyor belki de biz göremiyoruz. Koşmamız için hep ileride bir çizginin varlığını hissediyoruz , yok yok biz koyuyoruz o çizgileri. Çizgiyi nereye koyarsak , sonuç değişik olur, ama hızlı koşuşturma arasında biz bunu pek düşünemiyoruz. Etrafını kırıp geçirenlerin , insanlık değerlerini yok sayıp çizgiyi önde bitirmeye çalışanların gözleri yalnız o çizgiyi görüyor. Oysa Çinli bilge Lao TZU ne demişti? “ Bilge kişi sonda olmayı seçti , böylelikle birinci oldu” Hayat yarışının bitiş çizgisi yok, biliyoruz değil mi. Hatta yarış bile yok . yalnızca koşan biri var , koşmamız ise yaşadığımızın kanıtı
. O halde bunu anlayanlar anlamayanlara ,daha hoşgörülü davranmalı değil mi?

Bütün bunları saatte sekiz km hızla giden bir koşu bandının üstünde koşarken, terlerim derimden fışkırırken düşünüyorum. Hayatı yakalamanın mümkün olmadığını hatta gerekmediğini de hatırlatıyor bana bu koşu bandı. Onun hızıyla koşuyorum, hızımı bazen artırıyorum , bazen azaltıyorum , belirli bir tempoya eriştikten sonra bir ara o sekizle koşarken ben biraz ( ama pek az )fazla koşmaya çalışıyorum, bu durumda daha rahat koştuğumu ayaklarımı kaldırıp indirirken hayat bandının hızına göre ayak uydurduğumu gözlemliyorum. Onun hızından çok fazla koşmam mümkün değil, onun hızının altında kalırsam ise banttan düşmem pek olası.
Burada bir yarış olmadığını ve tüm gerekli şeyin onunla beraber koşmak olduğunu, ve bu koşunun bir bitiş çizgisi olmadığını düşünüyorum. Ama hayat, yani yaşam koşusu daha kolay olmalı koşu bandından çünkü otuz dakikadan sonra nefesiniz ve ayaklarınızda görülen emareler sizi koşuyu bırakmaya doğru yönlendiriyor. Hayatta kaç yıla tekabül eder bu otuz dakika acaba? Koşmaktan sıkılmadan, koşunun tadına varmamız dileğiyle
Fuat Yalçın
Yönetici Koçu
www.fuatyalcin.com

BAŞARI İÇİN...

BAŞARI İÇİN BİR KOÇA İHTİYACINIZ VAR

Koşu bandında sabit hızımı korumaya çalışırken kulağım yan tarafımda koşmakla yürümek arasında mücadele eden hafif kilolu hanımla ona bir şeyler anlatan spor danışmanın konuşmasına doğru kaydı ve ister istemez kulak misafiri oluyorum. Kadın sürekli yürüdüğünü ve uzmanların söylediklerini yaptığını ama bir türlü kilo veremediğini dertlene dertlene anlatıyor. Uzman ise kadının söylediklerinin doğru olup olmadığını bilmediğinden onları doğru kabul edip zayıflayamama nedenini başka bir yerlerde arıyordu. Bir ara kadının “ her gün buralara taşınıyorum istemeye istemeye “ dediğini duyar gibi oluyorum. Sonra uzman kadını üzmeden nazikçe yorumunu yapıverdi.
“sevmeden yaptığınız işin faydası olacağını sanmıyorum bu şekilde ne kadar spor yaparsanız yapın coşku duymadan yaparsanız size bir faydası olmaz ”
Ben uzmanın ne kadar haklı olduğunu düşünürken bir de bakmışım ki hedef mesafemin yarısını kat etmişim. Hızımı artırma zamanı gelmişken fark ettim ki kulağım ya da uyanık bilincim başka bir şeyle meşgulken bilinçsiz yaptığım )hadi bilinçaltımın kontrol ettiği diyelim )
Koşu beni yormuyor. Gerçekten bunun böyle olduğunu yine koşu bandında geçenlerde yanımdaki bantta koşan arkadaşımla aralıklı sohbetim sırasında doğrulamış ve bazen çok sıkıştığım ve koşunun bir an önce bitmesini istediğim anlarda bilincimi başka şeylerle meşgul etmeyi denemiş ve başarmıştım.
Koşumun sonuna doğru gelirken tekrar bilincimi meşgul etmeyi denedim. Gerçekten neden her seferinde 30 dakika ve saatte sekiz km hızla koşuyorum? Bu kez daha hızlı koşmalıyım. Yoksa hep aynı sürede aynı hızla ne nefesimi ne de bacak kaslarımı geliştirir. Benzer şekilde aletli çalışmada da hep aynı ağırlıkları hep aynı sayıda tekrar edersem kaslarım gelişir mi? faydası mutlaka olur ama gelişme olması için her seferinde ya daha hızlı ya daha uzun ya da daha ağır veya daha çok tekrarlı yapmalıyım. Doğru haltercilerin artık kaldıramadıkları ağırlıklara gelince sevindiklerini çünkü ancak o noktada kaslarının geliştiğini bildikleri okuduğumu hatırladım.
Bebekleri düşünüyorum yürümeye başladıklarında her gün üç adım atsalar hiç bir zaman yürümeyeceklerini düşünüyorum. Kendimizi geliştirmek için her gün ya da her belirli aralıkta bir önceki aralıktan daha iyi daha üstün olmamız gereklidir.
Yabancı bir şehirde yol ararken ya da metro istasyonlarında doğru bağlantıları bulmaya çalışırken veya bilmece çözerken tekrarla yapılan işlerde beceri kazanıldığını daha zor derecelerin arandığı ve ustalık derecesine ancak tekrarlayarak ve zorluk derecesini artırarak varıldığını hepimiz yaşayarak öğrenmişizdir. Bir de bunların üstüne uzmanın biraz önce söylediği gibi severek ve isteyerek yapma olgusunu eklediğimizde başarının sırrını bulmuş oluyoruz.
Aman tanrım ben bunları düşünürken kırk dakikayı geçmişim. Yanımdaki kadın çoktan terk etmiş bandı. Bir dahaki sefere nasıl aşacağım bakalım bunu?
Yoksa en iyi yöntem yeni doğmuş bir kuzuyu alıp her gün bir tepeye tırmanmak mı? kuzu her gün büyüyecek ama artış her gün çok büyük olmadığı için bunu fark etmek mümkün olmayacaktır. Bu şekilde bir gün sırtımda bir koçu tepeye çıkartıp indirebilirim yani…
Neredeydi bu stop düğmesi ya?

BRİDGE

BRIDGE

BRİDGE biliyor musunuz? Bilmiyorsanız mutlaka öğrenin. Burada verilecek benzetmeyi anlamak için değil, kafanızı çalıştırmak, hoşça vakit geçirmek için mutlaka öğrenin.
Dört kişiyle ve bir deste kağıtla oynanan bu oyunun bir eli rassal şekilde dağıtım ile başlar. Yani elinize gelen 13 kağıdı sizin seçme şansınız yoktur. Bu el sizindir ve bununla OYNAMAK ZORUNDASINIZ. Tıpkı doğumunuz gibi. Ne doğduğunuz yeri, ne anne babanızı ve onların koşullarını seçme şansınız yoktur. Hatta belirli bir yaşa gelene kadar yedikleriniz , içtikleriniz, aldığınız vitaminler, ailenizin ortamı ve çevresi , sizin seçiminiz değildir. Hayata başlama noktanız dağıtılan kağıtlar gibidir.
Elinizdeki kağıtların puanlarını sayarsınız ve konuşmalar başlar. Konuşma siz ve ortağınız arasında olduğu gibi rakibiniz olan iki ortak arasında da olabilir. Bu konuşmalarda kurallar çerçevesinde kendi elinizi ortağınıza anlatmak zorundasınız. Yani benim elimde 2 as bir papaz bir dam var diyemezsiniz. Diyebileceğiniz şey 1 trefliden 1 pik veya bir sanzatuya uzanan bir yelpazedir. İş ve özel hayatımızda da karşımızdaki insanlara ben çok çalışkanım veya ben çok namusluyum veya ben çok sinirli bir adamım diyemezsiniz. Eylem ve tepkilerimizle kendi özelliklerimizi anlatırız.
Bridge'de hedef karşınızdaki ortağınızla oynayacağınız oyun değeri hakkında anlaşmanızdır.
En iyi oynanacak oyun grand şlem ve şlem dir yani tüm elleri veya bir eksiğini almak üzere söz vermek ve almak . Bunu yapmak için iki eldeki toplam puanın 32 'nin üstünde olması gerekir. 3 sanzatu, 4 pik, 4 kör, 5 trefli , ve 5 karo zon yapmaya yani oyunun bir aşamasını aşmaya yarar. Bunları yapmak içinse iki eldeki toplam puanın 25,27,28 olması gerekir. Kendi puanınızı biliyorsunuz , ortağınızın toplam puanını da konuşmalardan anlamaya çalışıyorsunuz.
Hayatta da hedefin bundan farklı olmadığını düşünüyorum. Karşınızdaki ile ortak noktalar ararsınız. Bu noktaları bulduğunuz zaman anlaşmanız daha kolay olur ve iyi ve kaliteli bir birliktelik yaşarsınız. Mutlaka şlem yapamayabiliriz , ilişkilerimizde zon bağlamaya çalıţırız.
Ama illa çok puan alacağız diye yüksek sözler vermemeliyiz. Baktık ki 3 sanzatu yapamıyoruz , anlaşabildiğimiz daha düşük bir elde örneğin 2 körde kalabiliriz. Herkesi sevmek ve onunla iyi geçinmek zorunda değiliz . 1 pike pas geçer gibi , daha iyisini yapamayacağımızı anladığımız için , ilişkiyi kısa veya mesafeli tutatırız. Kendi elimizi bildiğimiz gibi kendi özelliklerimizi biliriz. Ortağımızın puanını tahmin eder gibi onun özelliklerini değerlendirir , hangi kontratı oynayacağımıza karar veririz.
Oyunun ikinci aşamasında fiili oynamaya gelir sıra daha sonra. Yapmaya söz verdiğiniz kontratı yapmaya çalışırsınız. Bu arada ortağınızın eli açılmıştır. Bence hayatın ta kendisidir bu . Yaşamak. Hepimiz kontratı yapmaya çalışırız. Bunun için düşünürüz , planlar yaparız ve bizatihi yaşamın içinde olur yaşarız. Bazen empas atarız , bu hayattaki riski temsil eder. Arada rakiplerimizi "squeeze" yapmaya yani yanlış kağıt yemeye zorlarız.







Siz bütün bunları düşünürken rakipleriniz de , iki ortak , sizin kontratınızı yapmamanız için ellerinden geleni yaparlar. Hayatta buna benzer olaylarla hiç karşılaşmadınız değil mi ?
Oyun sırasında siz yanlış plan, yanlış varsayım sonucu hata yapabilirsiniz , rakipleriniz kazanır. . Bu çıkması en garanti kontratlarda bile başınıza gelebilir. Bunun tersi de olabilir. Hiç çıkmayacak oyun rakiplerinizin hatası sonucu çıkabilir.



Hayat ta böyle değil mi? En kolay varabileceğiniz hedefi ıskalayabirsiniz veya beklemediğimiz bir hedefe ulaşabiliriz.

Bridge dört kişi ile oynandığı gibi büyük gruplarla turnuvalar yapılarak ta oynanır. Bu turnuvalardaki özellik aynı ellerle kimin daha yüksek kontratlar yapacağıdır.Örneğin siz 4 pik yaparak iyi bir kontrat yaptığınızı düşünürken aynı el bir başka masada oynanırken bir başka ikili 5 pik yapabilir. Hayat ta böyledir. Rekabet hayatın tadı tuzudur. Sizin yaptıklarınız ve başarınız daima başkalarının yaptıkları ile kartılaştırılacaktır. Başarının ölçüsü yapılanın derecesi ile değil , yapılabilecek en iyi ile karşılaştıralarak değerlendirilebilir.

Bridge İngilizce'de köprü anlamına gelir. Belki hayatla oyun arasındaki bir köprü, belki insanlar arasındaki bir köprü belki düşüncemizle uygulama arasındaki bir köprü.


www.fuatyalcin.com


Bu yazı Fuat Yalçın ‘ın 1998 yılında yayınlanan” İNSAN ve BAŞKA İNSAN” adlı kitabından alınmıştır

BAŞARISIZLIK VAR MIDIR?

BAŞARISIZLIK VAR MIDIR?

Başarısızlık diye bir şey vardır. Eğer elinize aldığınız kurşun kalem kırılıyorsa bu bir başarısızlıktır. Tükenmez kalem yazmıyorsa bu bir başarısızlıktır. Ampul yanmıyorsa bu bir başarısızlıktır. Ama sizin için başarısızlık diye bir şey var mıdır ? Bu sorunun yanıtı size bağlıdır.
Eğer sınıfta kalmışsanız bu bir başarısızlık değildir.
Maçı kaybetmişseniz bu bir başarısızlık değildir.
Sevgiliniz sizi terk etmişse bu bir başarısızlık değildir
İşinizde terfi edemediyseniz bu bir başarısızlık değildir

Sizin için başarısızlık diye bir şey ancak tek bir durumda vardır.
Yukarıda sözü edilen olaylar veya benzeri bir olay ile karşılaştığınız zaman bu olaydan bir şey öğrenmediyseniz siz başarısız oldunuz demektir. Yoksa başınıza gelen tatsız olayın kendisi sizin için bir başarısızlık değildir. Ancak siz verilen bir mesajdır. Yaşadıklarınız sonucunda elde ettiğiniz bir bilgi veya hayatın size verdiği bir geri beslemedir. Daha önce söylediğimiz gibi bu olaylar sonrasında bir eyleme geçmek gerekir. Ama doğru hareket bu olaydan bir ders çıkartıp eyleme geçmektir. Olan olayın analizini sakin bir durumda yapabilmek ve kendi yaptıklarını tekrar sorgulamak ve gelen mesajı iyice anlamak bizi bir sonraki eylemimize hazırlayacaktır. Yoksa nasıl ve ne kadar haklı olduğumuzu kendimize ve başkalarına anlatmanın ve kanıtlamanın ve aynı veya benzer doğrultuda eylemler yapmanın bizi tekrar duvara çarpmaktan kurtaramayacağını görüyorsunuz sanırım. Aslında bütün bu olaylar tam da duvara çarpmaya benzer. Duvara çarpmak size önünüzde bir engel olduğunu gösterir. Belki başınızı, ayağınızı incitirsiniz , çarpma size acı verir belki. Ama siz bu bilgiyi alıp duvarı aşmanın ve hedefinize ulaşmanın bir yolunu bulmaya çalıştığınız an bir ders almışsınız demektir. İşte bu halde duvara çarpmak başarısızlık değildir. Ama geri geri gidip dönüp, bu arada çokça yakınarak ağlayarak şikayet ederek ve başkalarını suçlayarak hatta duvarı suçlayarak tekrar aynı duvara yönelmek bu olaydan bir ders alınmadığına işarettir. İşte başarısızlık budur.

Burada sevgili Temeli anmak gerekir. İdam mahkumu Temel’e son sözünü sorarlar. Onun cevabı tam konumuza göredir:
-- Bu bana ders olsun!

OLUMLU DÜŞÜNCE

OLUMLU DÜŞÜNCE OLUMSUZ DÜŞÜNCE

Zihin ,sinapslar aracılığı ile daha önce görmüş olduğumuz gibi bir düşüncenin dal budak sarmasının çok üstünde bir gelişme yaşar ve var olan düşüncemizin diğer olay ve durumların çağrıştırdığı yeni düşüncelerle kesişmesi sonucu güçlenir. Yani zihin yolları gelişir, genişler ve daha çok fikir, daha rahat akla geliş, daha çabuk hatırlama , daha çok seçenek gibi çözümler sunarak bizim başarılı olmamızı sağlar. Zihinde gelişen yolların olumlu olması yani bizim olumlu düşünceler geliştirmemiz aklımıza olumlu çağrışımlar ve olumlu seçenekler getirir.Olumsuz şeyleri düşünürsek aklımıza olumsuz fikirler gelir . Çünkü olumsuz yollar genişlemiştir. Olumsuz yollara açılan küçük patikalar ve yanyollar da olumsuz yollar olacaktır.
Benzer şekilde zihnimizde var olan düşünce kalıpları bizim hayatımızı doğrudan etkiler. Eğer bir düşünce kalıbı “ ben bu işin altından kalkamam” diyorsa derhal bu kalıbı haklı çıkartacak veriler akılımıza gelir ve diğer seçenekler ortadan kaybolur. Eğer düşünce kalıbımız “ ben bu işin üstesinden gelirim “ diyorsa çözümü sağlayacak veriler aklımıza gelir. Olumlu düşüncenin zihnin çalışması açısından açıklaması bu kadar açıktır. Ancak yukarıda belirtilen zihin açma yollarının kullanılmış olması olumlu olayların gelişmesi için ön koşuldur.
Yani
hedefimiz yoksa
zihnimizi çalıştırmazsak
düşünce kalıbımız bizi hedefimize götürmeyecek bir kalıpsa ve doğru düşünce kalıbına sahip değilsek
sağlıklı yaşamıyor ve sağlıklı beslenmiyorsak
tek düzeyde düşünüyorsak farklı yollar aramıyorsak
olumlu düşüncenin( zaten bunları yapmazsanız olumlu düşünemezsiniz ya) size bir faydası olmayacaktır. Son olarak belirtilen noktaları aynen böyle yapıyorsanız zaten aklınıza hep olumsuz şeyler gelecek ve olumsuz olaylarla karşılacaksınız. Bütün bunların üstüne eklenecek olan can sıkıntısı ise sizi duygusal olarak yoracak ve yıpratacaktır.
Beden ve zihin arasındaki doğrusal bağlantının bu kez ters çalışıp insanları hastalıklara veya fiziksel rahatsızlıklara düşmesi sürpriz olmayacaktır. Olumsuz düşünce , kaygı, üzüntü , keder bir zincir halinde çalışmaya devam ederek zihindeki sağlıksız bağlantıları tetikleyecek ve kişinin hasta olması kaçınılmaz hale gelecektir. Henüz insan oğlu hangi düşüncenin hangi NT ‘yi ürettiğini ve bunun hangi hastalığa neden olduğunu bilemiyor ama pek yakında bunun da bulunacağını düşünüyorum . Çünkü zihin ve beden arasındaki ilişkiler gittikçe daha çok araştırılıyor ve klinik olgularla kanıtlanıyor.

ZİHNİ AÇMAK MÜMKÜNDÜR

ZİHNİ AÇMAK MÜMKÜNDÜR

Düşünce yapılarını , programları genişletebilmek ve zamanı geldiğinde değiştirebilmek için zihnimizi açmamız gerekir. Zihin nasıl açılır? Dünyada olan olayları duyularımız vasıtasıyla algılarız. Duyularımız bizim dünyaya açılan penceremizdir. Zihnimiz dışardan gelen verileri ancak duyular aracılığı ile anlar ve yorumlar. Beş duyumuzdan üçü diğerlerine oranla daha etkilidir. Olayları genellikle üç şekilde algılarız:
1. Duyarak kelimelere dayanarak , kulaklarımız vasıtası ile
2. Görerek resimlerle , şekillerle gözümüze aracılığı ile
3. Yaparak yaşayarak, dokunma yoluyla ;bedenimizi kullanarak

Daha önce belirtmiş olduğum gibi her insanın zihin yapısı ve programları farklı olduğu için algılama şekli de farklı olacaktır. Bazı insanlar dinleyerek öğrenirler ve kolayca akılda tutarlar , bazıları kendilerine resimle ve şekille anlatıldığı zaman daha iyi akılda tutar ve öğrenirler, bazıları ise bilfiil yaparak öğrenme konusunda daha etkindirler. Her insan bu üç algılama yolunu da kullanır. Kendi zihnimizi açmak için üç algılama yolunu da kullanmak gerekir. Bu yolları kendiniz için ,çocuğunuz için, birlikte çalıştığınız kimseler için de kullanabilirsiniz. Bir konu öğreneceğimiz zaman kendi başat öğrenme ve algılama kalıbımızı bilerek yola çıkmalıyız. Eğer duyarak algılama yönümüz güçlü ise sesli okuyarak veya dinleyerek öğrenmemizi güçlendirebiliriz. Ama diğer iki algı yolunu da zaman zaman kullanmak bizim zihin yollarımızı açacaktır.

Zihni açmanın diğer bir yolu da akıllı sorular sormaktır? Akıllı soru “bunun bir başka yolu var mıdır?” sorusudur. İki örnekle devam edelim:
1.örnek
13
yarısı kaçtır?
İlk yanıtınız 6,5 olacaktır
Ama bunun başka bir yolu var mıdır diye düşününce aklınıza neler gelir?
1 olabilir mi? Ya üç?
Ya da on, ya da üç
Niçin tek yönlü düşünesiniz ki?
Farklı kalıplarla düşündüğünüzde farklı yanıtlar bulabilirsiniz. Hayat ta böyledir.
Yaratıcı fikirler yaratıcı kişilere gökten inmez, kalıpların dışına çıkarak düşünen kimseler bu fikirleri bulup çıkarırlar.





2. örnek:
Adamın biri çayını içmeye başlarken içinde bir sinek olduğunu görür ve garsonu çağırır ve yeni bir bardak çay ister. Garson gider ve yeni bir bardak çayla geri döner. Adam çaydan bir yudum alınca yeniden garsonu çağırır ve sineği alıp aynı bardağı tekrar getirdiğini söyler. Adam bunu nasıl anlamıştır?
Bunun başka bir yolu olmalıdır diye düşünürsek ve olayın görmediğimiz bir yanı olduğunu düşünerek adamın bunu nasıl anladığını bulabiliriz.
Bilmediğimiz ama düşünerek bulabileceğimiz konu adamın çayı ilk aldığında içine şeker koyduğu karıştırdığı ve ikinci alışında da alıp şeker attığı ve karıştırdığıdır. Bu halde adam çayın içindeki şeker miktarı nedeniyle sineğin çıkartılıp bardağın geri getirildiğini anlamıştır


Zihnin açılması ve sağlıklı çalışması için bir başka yol bedenin sağlıklı olmasıdır. Sağlıklı beslenme ve düzenli hareket beynimizin iyi çalışmasını neden olacaktır. Burada değinilecek önemli noktalardan biri de zihinle beden arasında doğrudan bir bağlantı olmasıdır. Gergin bir fiziksel durum gergin bir zihinsel durum yaratacaktır. Gergin bir zihinsel durum da bedenimizi tetikleyecek ve bizi fiziksel zorluklara maruz bırakacaktır. Öte yandan gergin insanların zihinsel yetenekleri kısıtlanacaktır. Zihnimizin iyi çalışması için kaslarımzı ve bedenimizi zaman zaman gevşetmek ve rahatlatmak geçerli bir yöntemdir. Sürekli bir koşuşturma içinde bulunmak bir randevudan bir randevuya yetişmek zorunda olmak , sürekli meşgul olmak, insanın çok iş yapıyor hissine kapılmasına neden olabilir ama gerçekte bu hiçbir şeye yetişememe sendromu zihni kitlemeye ve çözümü zor durumlara akmaya doğru giden üzücü bir yoldur. Çünkü sinirler yıpranır, beden gücü azalır ve bu içinden çıkılmayak bir çevrim olarak karşımıza çıkar. Bu nedenle kendini dinlemek , nefes egzersizleri veya meditasyon yolu ile gevşemek ve rahatlamak düşünce kanallarımızı açacaktır.
Zihni açmanın bir yolu daha vardır . Bu da ileriki bölümlerde ayrıntılı olarak işleyeceğimiz hedeflerdir. Eğer kendimize bir hedef koyduysak zihnimizin içinde hareket başlar , dallar biribirleriyle temasa geçerler ve bizim hedefimize varmamız için gerekli olan fikirler milyarlarca hücrenin trilyonlarca bağlantsı sayesinde ortaya çıkarlar. Bu dışarıdan gelen bir mucize değil doğrudan bizim zihnimizin çalışması sonucu olur. Tersini düşünecek olursak yani hedef koymazsak düşünce dalları teması olmaz ve yeni fikirler aklınıza gelmez.

EN DEĞERLİ HAZİNEMİZ

EN DEĞERLİ HAZİNEMİZ ZİHİN

Tüm düşüncelerin bulunduğu,düşünce işlemlerinin yapıldığı, algıların alındığı ve işlendiği,duyguların, alışkanlıkların, hafızanın şartlanmaların bulunduğu yer zihindir.

Evimize bir müzik seti veya bir fotoğraf makinesi aldığınız zaman ne yaparsınız? İlk iş olarak bu cihazın bir el kitabı vardır açıp onu okuruz , hatta çalışırız, çünkü biriktirdiğimiz para ile satın aldığımız bu aletten en iyi şekilde yararlanmak isteriz. Tüm özelliklerinden haberdar olup bunları kullanmak isteriz. Ama hep yanımızda olan ve bize Allah vergisi olan vücudumuzla ilgili bir kullanma kitabı bize verilmemiştir. Okullarımızda da onun biyolojik özellikleri ders olarak okutulur ama nasıl kullanacağımızı pek bilemeyiz. Bildiğimizi zannederiz. Birisine sorarsanız bildiğini söyler. Hepimiz biliyoruz deriz. Ne bildiğimiz meçhuldür. Bu konuda bir şeyler okuyup öğrenmeye başlayınca insan ne kadar az şey bildiğini hatta hiçbir şey bilmediğini görüyor. Bunu ancak kendinize itiraf edebilirsiniz. Aslında başkasına da açıklamanızda bir sakınca yoktur. Karşınızdaki de büyük bir olasılıkla bir şey bilmiyordur.Saklıyorsa hemen anlarsınız. Saklamıyorsa konuya girip yeni bir şeyler öğrenmenin zamanı geldiğine birlikte karar verirsiniz.
Muazzam bir makine olan vücudumuzun komuta merkezi beyin hakkında ne biliyoruz? Beynimizin özel bir kullanma talimatı var mı? Maalesef yok. Olmadığı gibi onun hakkında bildiklerimiz de çok sınırlı. İnsanlar bin yıllardır “ kendini tanı” diye bilgece söylemleri duyduğu halde bu öneriyi pek ciddiye almıyor. Elimizde olan bu değeri var kabul ediyoruz ve kullanıyoruz. Cömertçe. Kullanmaktan daha fazlasını beceriyor , belki de harcıyoruz. Bozuk paraları ,düğünde sağa sola saçılan bozuk paraları harcadığımız gibi. Hızla kullanıyoruz. Vücudumuza olur olmaz şekilde yükleniyor( içki içiyor, bilgisizce yiyor, hareket etmiyor vb),beynimize eziyet ediyoruz.( kuruntu ,vesvese üzüntü stres vb). Midenize bolca kola ve cips sokarsanız rahatsız olursunuz,bunu bilip te yapanlar hala vardır değili mi? Beynimize de kola ve cipsi her gün saçma sapan Tv programları karşısında sersem sepelek oturarak aynı muameleyi yaptığımızın farkında mısnız? Yapmıyorsanız tebrikler. Bütün bu işkencelere rağmen bu muazzam mekanizma dayanıyor. Komuta merkezimiz kendisine gelen bütün bilgileri topluyor ve bizim yaşamamız için en doğru kararları veriyor.



Tüm insanlar yaşarken hayattan bir şeyler isterler, bazı hedeflerine ulaşmak isterler.Mutlu ve huzurlu bir yaşam sürdürebilmek için istediğimiz şeylerin başında sevgi ve iyi ilişkiler gelir. Bunun yanı sıra kazanmak , başarılı olmak, güç sahibi olmak isteriz. Peki bunlara nasıl ulaşacağımızı biliyor muyuz? Acımasız öğretmen hayat bunları bize deneme yanılma yöntemiyle öğretiyor ama belki dersimize çalışsak ta sınava sonra girsek daha başarılı olmamız ve daha çok kazanmamız mümkün olabilir. Hangi konuyu çalışmalıyız acaba? Hayatımızı yönlendiren ve yaşadığımız süre içerisinde başımıza gelen tüm olaylar zihnimizin faaliyetleri sonucu oluşur. Evet yanlış duymadınız, hayatımızın kontrolü zihinsel faaliyetlerimize doğrudan bağlıdır. Başarılı olmak , kazanmak ve mutlu olmak için zihnimizin nasıl çalıştığını bilmek gereklidir.
Beynimizin çalışma şekli hakkında daha fazla şey öğrenmek ve bunları hayatta uygulamak bize hem özel hayatımızda hem de iş hayatımızda büyük gelişmeler sağlayacaktır.


BEYNİMİZİN İÇİNDE NELER OLUYOR?
Yaklaşık 1,5 kilogram ağırlığında olan beyin çok düşük bir elektrik gerilimi ile çalışır. Doğduğumuz zaman beynimiz 500 gram civarındadır. Elimiz, kolumuz gibi beynimiz büyümez ama ağırlaşır .Bunun nedeni büyürken yeni şeyler görmemiz düşünmemizdir. Beyin hakkında yapılan araştırmalar son yıllarda hızlı bir şekilde artmıştır. Yapılan araştırmaların sonuçları bir çok yayın organında halka sunulmaktadır. Beynimizin içinde10 milyarı aşkın nöron yani sinir hücresi bulunmaktadır. Beyin hücreleri tahmin edildiği gibi veya yanlış olarak yaygınlaştığı gibi yaşlandıkça azalmazlar. Bu hücreyi bir ağaca benzetebiliriz. Bu ağaçtan bir çok dal ayrılır, bu dallara dendritler adı verilir. İşte insanlar büyürken bu dendrit sayısı artar bu nedenle beynimizin ağırlığı da artar. Dendritler de tekrar küçük dallar şeklinde yayılır.Axon adı verilen ana dal, hücre çekirdeği ile dendritler arasındaki bağı sağlar. Axon ve dendrit üstünde bulunan bağlantı uçlarının içinde kimyasal aracılar yani NT (nörotransmitter) ler bulunmaktadır. Sinirler arasında elemanlar birlikte çalışırlar. Düşünme eylemi olduğu zaman bir sinyal aktarılıyor demektir. Bu da hücreler arasında bir bilgi alışverişi olduğunu gösterir.Sinaps adı verilen hücreler arasındaki bu bağ, bilgi yollarını oluşturur. Bir insan aynı anda iki insanla konuşurken zorlanır. Üç veya dört insanla aynı anda konuşmayı tahayyül bile edemeyiz , ama bir hücre aynı anda 200.000 ( kimi kaynaklar 500.000 diye belirtiyor) hücreyle bligi alışverişinde bulunabilir.







BEYNİN SAĞI SOLU OLUR MU?
1981 yılındaki çalışmasıyla Nobel ödülü alan Prof. Sperry beynin sol ve sağ tarafının değişik işlevler üstlendiğini ortaya çıkartmıştır. Beynimizin sol tarafı daha çok sayılar, listeler, mantıksal önermeler,sözcükler ve ayrıntılar üzerinde çalışmaktdır. Beynimizin sağ tarafı ise resimler, renkler, üç boyutlu mekan, hayal gücü ve ritmik hareketler üzerinde yetkindir. Eğitim sistemimizde genellikle beynimizin sol tarafı üzerinde durulmaktadır. Oysa gerçekten iyi sonuçlar beynin her iki tarafını da kullanarak ortaya çıkartılan sonuçlardır.




ZİHNiN ÇALIŞMASI NASIL GERÇEKLEŞİYOR?
Biz yaşadıkça ve deneyim elde ettikçe yeni düşünceler üretiriz ,yeni düşünceler hücreler arasında yeni bağlar ve zihnimizde yeni yollar demektir. Zihin sinerjik olarak çalışır yani bir artı bir iki değil daha çok eder, çünkü sinapslar vasıtası ile trilyonlarca bağlantı ve ilişki söz konusudur.
Biz aynı şeyleri düşündükçe sinir hücreleri arasındaki yollar tekrardan dolayı genişler ve aynı yollar örneği gibi kolay hareket ederiz . yani kolay hatırlarız, çabuk hatırlarız. Beynimizdeki gerilim farklılıklarını ölçmek artık mümkündür. Duygusal durumlarda , korku nedeniyle , aşırı sevinme gibi durumlarda beyin aktivitesi artar. Bu gibi durumlarda sözü geçen farklı ileticiler ( NT) üretilir. Bugün bir çok NT çeşidi bilinmektedir. Bu ileti taşıyıcıların miktarlarında her değişiklik kendini hastalıklı davranış ,dengesizlik, unutkanlık , keyifsizlik, saldırganlık ve depresyon şeklinde dışa vurur. İnsanlar düşündükçe aklını kullandıkça , matematik problemi , bulmaca çözdükçe beyin hücrelerinin yolları açılır, otoban gibi olur. Okuduğumuz her kitap , ziyaret ettiğimiz her müze , çalmayı öğrendiğimiz her nota düşünce hatlarımızı genişletir. Herhangi bir toplantıya gittiniz ve anlatılanları daha önce bildiğinizi düşünüyorsunuz sonra da “ aman niye geldim ki buraya , benim için zaman kaybı oldu “ diyeiçinizden geçriyorsanız doğru düşünmüyorsunuz. Çünkü zihnin çalışma ilkelerine göre ikinci kez de duymuş olsanız hücreler arasındaki hareketi artırtıdınız ve varolan bilgilerinizin üstüne eklediklerinizle yeni fikirler mutlaka yeni çağrışımlar doğuracak ve hiç beklemediğiniz bir yerde müthiş bir fikir olarak aklınıza gelecektir. Sosyal ve zihinsel faaliyetlerini sürdüren insanlar sürekli olarak beyinlerini genç tutarlar .

Hücreler arası bioelektrik faaliyette bulunan ileticileri etkilememiz mümkündür.
Biz beynimizi çalıştırdıkça , biz olumlu düşüncelerle hayata baktıkça ileticiler diğer hücrelere bunu iletir. Bizim düşüncelerimiz giderek sağlımızı ,ruh halimizi etkiler. Yüz yıllardır insanların, düşünürlerin söylediği şeyler artık kanıtlanmaktadır. Beyin bir bahçedir. Bu bahçeye ektiğiniz düşünce neyse sonuç ta o olacaktır. Mısır ekerseniz mısır biçersiniz , ısırgan otu ekerseniz ısırgan otu biçersiniz.. Bu , kolayca anlaşılan ve” tabi öyledir “ denilecek bir önermedir. Doğru olduğunu kabul ederiz ama yine de uygulamada zorlanırız. Olumlu düşünme konusunda artık kanıtlanan bu varsayımların ötesi de vardır. Yine eski zamanlardan beri söylenen ikinci varsayım da gerçektir:İnsanın dış dünyasında olanlar mutlaka kendi iç dünyasına bağlıdır. Yani siz ne düşünürseniz , neye inanırsanız o sizin gerçeğiniz olur.

SiZ DÜNYANIN EŞŞİZ BİR MUCiZESiSiNİZ

Hiç kimsenin zihni bir birine benzemez. Dünyada yaşayan ve geçmişte yaşamış olan insanların hepsi tektir, eşsizdir. Başlangıçta biyolojik olarak bir olsa da yukarıda sözü geçtiği şekilde hücreler arası ilişkilerin herkes için farklılığı nedeniyle her insanın beyin hücresinin içindeki ana dalı , kolları ve küçük dalları yani zihnin özeli tümüyle farklıdır. Bu tespit size yeni bir bakış açısı kazandırmaldır. Bu gerçekten hareketle artık insanların niçin sizin gibi düşünmediğini daha iyi anlarsınız. Artık fikir ve yöntem farklılığını görünce hayrete düşmez ve şaşırmazsınız.Asıl anormal olanın başka birinin tam sizin gibi düşünmesi ve hep sizinle hem fikir olmasıdır. Evet hiç kimse sizin gibi düşünemez , hiç kimse sizin gibi gitar çalamaz, hiç kimse sizin gibi yemek yapamaz, hiç kimse sizin gibi yönetemez. Hiç kimsenin çocuğu sizin çocuğunuza benzeyemez. Bütün bunların tek bir nedeni vardır: siz dünyanın eşsiz bir mucizesisiniz. Bu iyi bir haber değil mi? Ama bir de kötü haber (!) var: Dünyada 6 milyar daha eşsiz mucize bulunmaktadır.



BİLİNÇ NEDİR?
Farkındalık,haberdarlık hali. Zaman,yer ve kendinden haberdar olma.
Bir satın alma işlemi sırasında ne yaparsınız? Alacağınız eşyanın özelliklerini düşünürsünüz. Sonra birkaç yer gezer ve fiyatalara bakarsınız daha sonra karar verir ve satın alırsınız. Veya yolda yürüken önünüze sivri bir taş çıkar ona basmamak için sağa veya sola atlarsınız. Bunlar bilinçli olarak yaptığımız hareketlerdir. Veriler gelir ve biz karar veririz. Bilinçli hareket edebilmek için mutlaka başka verilere de ihtiyaç vardır. Sivri taşın ayağınızı acıtacağını nereden bilirsiniz? Bunu veya benzer bir olayı önceden yaşamışsınızdır o nedenle bu veriyi de kullanırsınız. Bu veriler bilinçaltımızda depolanır bilinç ihtyacı olduğu zaman onu çağırır ve yol gösterir ama nihai karar yine de bilinçtedir. Yani isteyerek sivri taşa basabilrisiniz.





BİLİNÇALTI veya BİLİNÇDIŞI: burada ise tüm hafızamız , yaşadıklarımız, duygularımız eski yargılarımız alışkanlıklarımız depolanmıştır.
Burada daha da fazladan bir takım programlar vardır. zihnin çalışması sırasında anlatılan doğrultuda zihnimizin içinde düşünce kalıpları veya programlar oluşur. Doğduğumuzdan bu yana bize anlatılan hikayeler , yargılar buradadır. Ebeveynlerimiz tarafından anlatılanlar, komşularımızın söyledikleri, okulda öğretmenlerimizin söyledikleri de buradadır. Daha sonra toplumdan gelen yargılar programlar buraya doluşur. Tuttuğunuz takımın size yükledikleri, parti liderlerinin fikir ve yargıları bilinçaltınıza doluşur.
Ne yani ben neciyim? diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Bu programlar bizim düşünce yapılarımızı oluşturur. Birkaç olaydan yola çıkarak bir kişi hakkında kolayca yargıya varırız. Eğer bir kişinin daha önce yaptığı bir eylemden ötürü başarısız olduğunu görmüşsek onun yeni önerilerini de pek incelemeden kolay yola kaçarız ve düşünce kalıbımıza bağlı olarak onun önerilerinde olumlu bir yön bulunmayacağını düşünürüz. Bir kere düşünce yapısını oluşturduğumuzda daha sonra bu yapıyı sağlamlaştıracak tuğlaları bulup çıkartmak zor olmaz. Daha sonra bu kararımızı doğrulayacak yığınla savı bulup çıkarır bilinçaltımız veri haznesinden. Yani içinde bulunan birçok veri içinden yalnız bizim düşünce yapımızı doğrulayacak verileri bulup çıkartır zihnimiz ve diğer verileri eleme işlemine tabi tutar.
Siz bilinçli olarak bu programları görebiliyorsanız ne ala , kendi hedefinize ulaşmak için hangi programlara ihtiyacınız olduğunu saptar diğerlerini silersiniz zayıflatırsınız veya en azından o programları kullanmazsınız. Çünkü onlar zararlıdır çünkü onlar sizi hedefinize ulaştırmayacaktır , o zaman niye kullanasınız ki?
Özetle iş hayatında ve özel hayatımızda mutluluk ve başarılarımızın derecesi düşünce yapılarına yani zihnimizin içindeki programlara da bağlıdır.

KİŞİSEL GELİŞİM NEDİR?

KİŞİSEL GELİŞİM NEDİR?
NEDİR BU NLP?
NİÇİN BAZI İNSANLAR BAŞARILI , BAZI İNSANLAR BAŞARISIZDIR?

“İnsanlar yaşam koşullarını geliştirmek isterler ama kendilerini geliştirme konusunda isteksizdirler”

bu sözleri yaklaşık yüz yıl önce James Allen söylemiştir. Görülüyor ki uzun yıllardan beri devam eden bir olgu ile karşı karşıya bulunuyoruz.
Konumuz başlıktan da anlaşılacağı gibi Kişisel gelişimdir. Kişisel gelişim konusunda toplumumuzda bilgi derinliğine yazık ki yeterli değildir. Popstarların geçmişini ezbere bilen, mankenlerin kiminle dans ettiğine merak duyan insanlar ellerinde bulunan değerli hazineye ilgi göstermemekte ,onu nasıl kullanacaklarını bilmemekte ve tüm gelişimlerini dış etkenlere bırakmakta ve hayatlarını heba etmektedirler. Oysa ülkemizin gelişmesinde kişisel gelişim büyük bir önem arz etmektedir. Hem bireysel mutluluk için hep toplumsal huzur için yaygın bir kişisel gelişim anlayışına ihtiyacımız olduğu yadsınamaz. Ancak bu konunun önemine rağmen toplumsal farkındalık derecesi de yeterli düzeyde değildir.
Konumuzun ana başlıkları aşağıdaki gibidir:
Kişisel gelişimin amacı nedir?
Kişisel gelişim nedir?
Kişisel gelişim ve NLP’nin tarihçesi
NLP nedir?
Kişisel gelişimin fonksiyonel esasları
NLP’nin ilkeleri
Kişisel gelişimde hedeflere ulaşma modeli
NLP’de içsel değişim modeli
Kişisel gelişimin öğrenilmesi













KİŞİSEL GELİŞİMİN AMACI
Yaşamın esas unsurları olan , mutluluk sağlık yeterli maddi refah ,güvenlik, ilişkiler, iç huzuru, umut ve aile ilişkilerinde iyi seviyelerde bulunmak ve bu konularda devamlı gelişme içinde olmak.

KİŞİSEL GELİŞİM NEDİR?
Kişisel gelişim yaşam kalitesini yaşamın esas unsurları doğrultusunda artıran bir sistem ve teknikler bütünüdür. Kişisel gelişim psikoloji, psikiyatr, tıp, sosyoloji, parapsikoloji, dinler karışımı olup tüm bu unsurları içermektedir.

KİŞİSEL GELİŞİMİN TARİHÇESİ

İnsanın var olmasıyla birlikte Kişisel Gelişim de var olmuştur.dinler , efsaneler, hikayeler, masallar , romanlar, oyunlar hep insanlığın yaşamı boyunca kişisel gelişim konusuna hizmet etmişlerdir.

Kişisel gelişimin bilimsellik ve araştırma devri 1900 lü yılların başından itibaren bazı araştırmacıların aşağıdaki sorunun yanıtını bulmaya çalışmaları ile başlamıştır.
SORU: NİÇİN BAZI İNSANLAR BAŞARILI , BAZI İNSANLAR BAŞARISIZDIR?
Bu araştırmacıların başlıcaları Napelon Hill, Normant Vincent Peal, Dale Carnegie, Clement Stone, Og Mandino, Brian Tracy, Zig Ziglar dır
Bu kişiler yıllar süren araştırmalar ve klinik çalışmalar aracılığı ile başarılı insanlarla görüşmeler yapmışlar başarının kanunlarını ve yöntemlerini tespite çalışmışlardır.bu doğrultuda yüzlerce araştırma sonucu ve kitap yazılmıştır.

NLP’nin DOĞUŞU
1970 yılların başında kişisel gelişimde yeni bir devir açılmıştır.
Kaliforniya Üniversitesi Santa Cruz kampüsünde Matematik bölümü öğrencisi Richard Bandler ile Dil Bilimi profesörü John Grinde değişim ve gelişim konusunu birlikte incelemeye karar verdiler
Bu araştırmalar sonucunda ortaya çıkan NLP insan mükemmelliğinin incelenmesidir. Veya NLP başarının yeni teknolojisidir.
NÖRO: sinir sistemimize 5 duyumuza gönderme yapar
LİNGUİSTİK: Dil kullanma becerimize gönderme yapar
PROGRAMLAMA: düşüncelerimizin duygularımızın ve eylemlerimizin zihinsel yazılımımızı yenileyerek değiştirebilecek olan alışkanlığa dönmüş programlar oluğunu belirtmek için bilgisayar mühendisliğinden alınmış bir terimdir.

Richard Bandler ve John Grinder şu temel soru ile araştırmaya girdiler:
Farklı karakterdeki insanlar nasıl oluyor da mükemmelliği yakalıyorlar?
Şu tesbitle yola çıktılar:
Bu değişimi sağlayan kalıplar tespit edilip insanlarda kullanılırsa istenilen sonuçlara ulaşılabilir

Yine bu iki araştırmacı,
gestalt terapisinin efsane haline gelen kurucusu alman psikiyatr Fritz Perls,
aile terapisinin en önemli isimlerinden biri olan Virginia Satire,
Filozof ve sistem düşünürü Gregory Betoson
amerikan klinik hipnoz topluluğunun kurucusu tıp ve psikoloji diploması sahibi MİLTON ERİCKSON ile yıllarca birlikte çalıştılar ve yeni bir değişim teknolojisi yarattılar ve bunun adını da NLP olarak tespit ettiler.
NLP NEDİR?
İçsel değişim teknolojisi olarak başlayan NLP zamanla kişisel gelişimin tüm alanlarını kapsayan bir hale gelerek kişisel gelişimin yeni bir versiyonu olarak görülmeye başlanan bir teknolojidir.
KİŞİSEL GELİŞİMİN FONKSİYONEL ESASLARI
Toplam başarıyı araştıran araştırmacılar gelişim ve başarının fonksiyonel esaslarını genelde aşağıdaki gibi tespit etmişlerdir.
düşünce
beyin
bilinç bilinçaltı
dil
arzu
inanç
hayal gücü
amaç hedef
özgüven
ilişkiler
fizyoloji
uyum
tavır , tutum
davranış
motivasyon
değişim
alışkanlıklar
olumlu düşünce
dönüşüm
değerler
ilkeler