28 Eylül 2009 Pazartesi

KABLOLAR NEDEN KARIŞIR?

Vallahi bilmiyorum. Ama her zaman gözlüyorum. Bir kaç farklı kablo yan yana gelince bir şeyler oluyor ve çözülmemecesine düğümler atılmışçasına birbirine karışıyor kablolar. Teknoloji çevremizi sardıkça bizim de kablolara ihtiyacımız artıyor. Telefonun şarj aleti, sabit telefonun prize bağlantısı, PC'nin kablosu, printer'in kablosu, eh bir de uzatma veya çoklu priz lazım bu kadar kabloya, onun kablosu, sonra kulaklık, sonra bilmem ne derken masa etrafı kablolar dolu, karışmış kablolar. Açmak ta zor, çekmek te.
Bu durumdan nasıl kurtulur insan?
Kabloları karıştırmamanın yolunu ben buldum. Kulaklıktan başlayalım. Kulaklık kablosunu yanındakiyle hatta kendi içinde karışmaması için hamle biraz geriye gitmekle başlıyor, kulaklığı kullandıktan sonra, yani işi bittikten sonra onu toplamaktan. Bir çember şeklinde sarıp küçük şerit parçasıyla sabitleştirip kitlemek işe yarıyor. Benzer şekilde telefon şarj aletlerinin o küçük siyah şeritini (atmayın sakın) sabitleştirmek için kullanın ve kabloyu o haliyle ayrı bir yere, bir sonraki kullanımınızda aramadan bulacağınız, her seferinde bulacağınız bir yere koyun.
Bu kadar basit işte.
Derdimiz kablo değil tabi.
Hayatta işlerinizin birbirine karışmaması için yapılacak şeyi düşünebiliyor musunuz?

23 Ağustos 2009 Pazar

HAREM'DE SON ARABA

Araba vapuruna binmek üzere Harem'e doğru gidiyorum. Akşam saatleri İstanbul'a dönüş için( işiniz Maslak veya Mecidiyeköy'de değilse) en iyi alternatif olduğunu bir kaç kez yaşadım. Harem meydanı tam bir karmaşa ya da bilmece / bulmaca halinde son bir kaç yıldır. Gazetelerde şehirlerarası otobüs bağlantısının buradan kaldırılmasının düşünüldüğü yazılıyor. 50 yıl öncesinin otogarı acıklı durumda, sanki umarsızca direniyor. Ama büyüyen kentin içinde bağlantı noktası olmaktan öteye gidemeyeceği açık. Otogar Gebze civarında bir yerde olmalı, trenle şehre gelmeli hatta Marmaray olursa karşıya geçmeli insanlar. Ama Harem'im bu keşmekeşliği insanı hele buarya nadir gelenleri şaşırtıyor olmalı. Çünkü kısa yoldan Feribota gidebilecek olanları , çevreyolu geri dönüş sapağının önünden geçirip, Gümrük'e gitme yolunun yanlış olduğunu anlayıp, Üsküdara'a giden yola sapmadan iyice ileriye gittikten sonra , Üsküdar'dan gelen ve Kadıköy' gitmeyi planlayan arabalarla aynı yola sokup , yolları tek hatta indirip, geçtikten sonra arabalı vapur bekleme parkına sokmak için iyice çalışmış olmak gerekir . Neyse bu kadar hata kızında da olur(!). Geçenlerde akşam eve dönmeye çalışırken bu hattı aşıp araba vapuruna ulaştım , araba vapuruna son binen araba ben oldum, hemen ardından da vapur hareket etti. Ne kadar şanslıyım diye içimden geçirdim. Ama sevinmedim. Çünkü bu kez son araba olarak bindim ama bir başka kez son artı bir olup parkta beklemeye başlayan ilk araba olmak ta olası. İki halde de ne üzülmeli ne de sevinmeli insan. Çünkü olayların hepsi yaşanacak , ne hep son araba olarak bineceğiz ne de bekleyen ilk araba olacağız hayatta. Hayatın tüm alanlarına uygularsak ta bu böyle değil mi? Önemli olan yaşadığımız anın tadını çıkarmak. Ya vapurdan İstanbul siluetini seyretmek ve rüzgarın seni yalamasına izin vermek ya da arabanın içinde giden vapura değil gelen yeni vapura bakmak , o boşalırken ceketini çıkartıp rahatlamak ve Harem karışıklığına gülüp temiz havayı bir kaç kez içine çekmek hatta isteyip de yapamadığın arabanın içini biraz toparlamak işini de bu ekstra zaman aralığında yapmak. Hayata her tarafından bakmak en iyisi galiba.

14 Ağustos 2009 Cuma

HANGİ EYLEM?

James Allen'i hatırlamamak mümkün mü?
"insanlar daha iyi koşullara ulaşmak istiyorlar ( ne kadar güzel halinden memnun olmamak da iyi bir başlangıç noktası eyleme geçmek için FY)
ama buna nereden başlayacaklarını bilmiyorlar daha da kötüsü kendilerinden başlamaları gerektiğini düşünemiyorlar"
Hep bir başkası , hep "baba" figürü bize versin.
Bazen veren "baba" olur , ama iki konuda seni kısıtlar. birincisi kendi elde ettiğin zaman duyduğun hazzı hiç bir zaman duyamazsın ikincisi ise "baba" ya koşullu verir ya da bir bedeli çıkartır günün birinde önüne.
Bu "baba" bazen patronunuz bazen "dayınız", bazen torpiliniz bazen eşiniz bazen "devlet baba" ya da bu bağlamda bir kişi olabilir.
Aman dikkat hangi eylemi yapacağınıza karar vermeden önce düşünün. fikre ama evet ama tepeden gelen kazanımlara hayır.

14 Mart 2009 Cumartesi

MUTLULUK

Sultan , ipek yatağında ölümcül bir hastalıktan yatıyormuş. Ülkenin tüm hekimleri etrafında toplanmış ve Sultan'ı tek bir şeyin iyileştirebileceği konusunda anlaşmışlar. Başının altına mutlu bir adamın gömleğini koymak gerekiyormuş. Mutlu bir adam bulmak için her şehre , kasabaya, köye haberciler gönderilmiş.
Ancak habercilerin sordukları her insan üzüntü ve kaygıyla kendini yiyip bitirmekteymiş. Sonunda haberciler bütün umutlarını kaybetmişler, ne var ki tam bu sırada sürüsünü gütmekte olan ve gülerek şarkı söyleyen bir çobana rastlamışlar.”Mutlu musun?” diye sormuşlar. Çoban, “benden daha mutlu bir insan olacağını hayal bile edemem diye gülerek yanıt vermiş.
Haberciler” o zaman bize gömleğini ver” diye yalvarmışlar . Ancak çobanın üzerine giyecek bir gömleği bile yokmuş. Haberciler durumu hemen Sultan'a iletmişler,ve bu acıklı haber Sultan'ı düşüncelere itmiş. Üç gün üç gece kimsenin yanına gelmesine izin vermemiş. Sonunda dördüncü gün ipek yatağını ve kıymetli taşlarını halkına dağıtmış ve efsanenin anlattığına göre o andan itibaren tekrar sağlığına ve mutluluğuna kavuşmuş.(bir doğu öyküsü)

1 Şubat 2009 Pazar

BU YAZI BU KONUYU ANLAMAK İÇİN AZ GELİR

Sevdiğim bir dostum bana dün anlattı. Bir dostları kendilerini ziyarete gelir. Gelirken de bir ev hediyesi alırlar. Ev sahibinin kitap okumayı çok sevdiklerini bildikleri için ve kendisinin çok kitabı olduğundan emin oldukları için hediyeyi özenle, ona uygun olarak seçerler. Hediye, kitapların üst üste yığılmasını engellemek için kullanılan dayanaklardır. Ama bu dayanaklar işlevi ve görüntüsü basit olsa da göründüğü gibi değilidr, ya da tam göründüğü gibidir , gören için. Dayanak kitapların başlangıcında bir A harfiyle başlar ve son tarafa gelindiğinde ise bir Z harfi vardır. Siz bu araya kitapları yerleştirdikçe bu harflar birbirinden uzaklaşırlar. Siz ne kadar çok kitap koyarsanız ara o kadar açılır. Ama başlangıçta A ve sondaki Z'ye bakınca göreceğiniz tek uyarı vardır. Ne kadar çok okursanız okuyun bunlar size az gelecektir.
Şimdi daha çok okumak , daha çok anlamak ve daha çok düşünmek zamanı. Yaşamayı unutmadan.

3 Ocak 2009 Cumartesi

DOSTLUK

Babası bir çocuğa bir torba çivi verir ve ona sabrını herkaybettiğinde kapağın arkasına bir çivi çakmasını söyler. Birincigün çocuk 37 çivi çakar. Haftalar ilerledikçe çocuk kendini kontroletmeyi öğrenir ve daha az çivi çakmaya baslar. Daha sonra, kendinikontrol etmesinin gidip kapağa çivi çakmaktan daha kolay olduğununfarkına varır. Hiç çivi çakmadığı ilk günün sonunda durumu babasınabildirir. Bu defa baba, oğluna kendini kontrol ettiği her gününsonunda çivi sökmesini söyler. Günler geçer ve en son çivisöküldüğünde çocuk yine babasına haber verir.Babası çocuğu elinden tutar ve kapağın yanına oturur ve söyle der:''Bak oğlum çok çalıştın, fakat kapağın üzerindeki tüm deliklere birbak. Hiçbir zaman eskisi gibi olmayacaklar. Her sabırsızlığındakarsındakilerde böyle yaralar oluşur.Ne kadar özür dilersen dile oyara daima orada duracaktır. Sözlü bir saldırı da en az fizikselsaldırı kadar yaralayıcıdır. Arkadaşlar mutluluktur, bizi güldürürler,basari için cesaretlendirirler, bize dikkatli bir kulak sunarlar veher zaman kalplerini bizlere açmaya hazırdırlar
Kaynak: anonim